Efsaneye göre Roma, M.Ö.
27 Nisan 753 tarihinde
Truva prensi
Aeneas'ın torunları olan
Romulus ve Remus adlı ikiz kardeşler tarafından kuruldu.
Alba Longa'nın Latin kralı
Numitor, gaddar kardeşi
Amulius tarafından tahtından edilmiş ve Numitor'un kızı
Rhea Silvia Romulus ve Remus'u doğurmuştu.Rhea Silvia
Mars'ın tecavüzüne uğramış bir
Vesta bakiresiydi ve bu da ikizleri yarı tanrı konumuna getirmişti. İkizlerin tahtı yeniden ele geçirmelerinden korkan yeni kral, Romulus ve Remus'un boğdurulmasını emretti.Dişi bir kurt (bazı anlatımlara göre bir çobanın karısı) ikizleri kurtardı ve büyüttü. İkizler yeterince büyüdüklerinde Alba Longa tahtını Numitor'a geri verdiler.Ardından kendi şehirlerini kurdular. Ancak Romulus şehrin ilk kralının kim olacağına ilişkin bir tartışmada Remus'u öldürdü. Böylece şehir Romulus'un adıyla anılmaya başlandı.Efsaneye göre şehirde kadın olmadığından
Latinler Sabinleri bir festivale davet ettiler ve bakire kadınlarını çaldılar. Bu da Latinler ile Sabinlerin bütünleşmesine yol açtı.
Roma şehri
Tiber nehrinin sığ bir bölümündeki yerleşimlerin gelişmesiyle ortaya çıkmıştı.
Arkeolojik bulgulara göre Roma köyü muhtemelen
M.Ö. 8. yüzyılda kurulmuştu ancak bu tarih
M.Ö. 10. yüzyıla kadar götürülebilir.
Etrüsklerin M.Ö. 7. yüzyıl sonlarında
aristokrat ve monarşik bir elit kesim oluşturarak bölgede siyasi kontrol sağladıkları anlaşılmaktadır. Etrüskler
M.Ö. 6. yüzyıl sonlarında bölgedeki güçlerini yitirdiler ve bu noktada Latin ve Sabin kabileleri yöneticilerin iktidarını çok daha fazla sınırlayan bir
cumhuriyet oluşturarak kendi devletlerini yeniden kurdular.
Titus Livius gibi daha sonraki dönemlerin *yazarlarının anlattıklarına göre
Roma Cumhuriyeti Roma'nın yedi *kralından sonuncusu
Gururlu Tarkinus'un tahttan indirildiği ve her yıl seçilen
magistralar (memurlar) ve çeşitli temsilî kurumlardan biraraya gelen bir sistemin oluşturulduğu
M.Ö. 509 tarihinde kuruldu. En önemli magistralar kuvvet yetkisi ya da askeri kumandanlık yetkisine sahip iki
konsüldü.Konsüller
patricilerden (asiller) oluşan
Roma Senatosu ile çekişmek durumundaydılar. Senato başlangıçta önde gelen asillerden oluşan ve tavsiyelerde bulunan bir kurumdu ancak zaman içinde gücü de, boyutu da arttı.Diğer görevliler
praetorlar,
aedilisler ve
quaestorlar idi. Magistralıklar başlangıçta yalnızca soylulara mahsustu. Ancak daha sonra sıradan insanlara (
plebler) da açıldı. Cumhuriyet meclisi comitia centuriata (centuria komisi) ve comitia tributadan (tribus komisi) oluşuyordu.
Romalılar
Etrüskler de dahil olmak üzere İtalya Yarımadası'ndaki diğer halkları boyunduruk altına aldılar. Roma'nın İtalya'daki hegemonyasına yönelik son tehdit
M.Ö. 281 yılında önemli bir
Yunan kolonisi olan
Taranto'dan gelmiş ancak bu da savuşturulmuştur.Romalılar stratejik bölgelerde koloniler kurarak fethettikleri yerleri güvence altına almışlar ve bölgede dengeli bir denetim sağlamışlardır.
M.Ö. 3. yüzyılın ikinci yarısında Roma,
Kartaca ile
Pön savaşlarının ilkinde karşı karşıya geldi. Bu savaşlar sonunda Roma
Sicilya ve
Hispanya'da ilk deniz aşırı fetihlerini yaptı ve önemli bir emperyal güç olarak yükselişe geçti.
M.Ö. 2. yüzyılda Makedonya ve
Selefki imparatorluklarını bozguna uğrattıktan sonra Romalılar
Akdeniz'in hâkimi hâline geldiler.
Ancak bu hâkimiyet iç çekişmelere yol açtı. Senatörler eyaletlerin üstünden zengin oldular ancak çoğunluğu ufak çaplı çiftçi olan askerler daha uzun süre evlerinden uzak kalıyorlar ve topraklarıyla ilgilenemiyorlardı. Ayrıca yabancı kölelere yönelik eğilim, maaşlı iş sayısını azaltıyordu. Savaş ganimetleri, yeni bölgelerdeki
merkantilizm ve tımar sistemi zenginler için yeni ekonomik fırsatlar yarattı ve yeni bir tüccar sınıfı olan atlı sınıfını ortaya çıkardı. Roma hukukuna göre Senato üyeleri ticaretle uğraşamıyordu. Dolayısıyla atlılar teoride senatoya girseler de siyasi iktidar bakımından kısıtlandırılmışlardı.Senato sürekli olarak toprak reformlarını geri çevirerek atlı sınıfına hükümette daha fazla söz hakkı vermeyi reddetti. Rakip senatörlerin kontrolündeki şehirli işsizlerden oluşan çeteler şiddet yoluyla seçmenlere gözdağı veriyorlardı.
M.Ö. 2. yüzyıl sonunda sulh hâkimi olan
Gracchus kardeşlerin patricilerin elindeki toprakları pleblere dağıtacak bir reform yasasını senatodan geçirmeleriyle mesele kritik bir noktaya geldi. Her iki kardeş de öldürüldü ancak senato pleb ve atlı sınıflarının huzursuzluğunu yatıştırmak için Gracchus kardeşlerin reformlarından bazılarını geçirdi. Müttefik İtalyan şehirlerinin Roma vatandaşlığı alamamaları M.Ö. 91-88 yılları arasında yaşanan
Sosyal Savaş'a neden oldu.
Marius'un yaptığı askerî reformlar, askerlerin kumandanlarına şehre duyduklarından daha fazla bağlılık duymasına neden oldu. Bu Marius ile
Sulla arasında Sulla'nın MÖ 81-79 yılları arasındaki diktatörlüğüyle sonuçlanacak iç savaşa yol açtı.
M.Ö. 1. yüzyılın ortalarında
Jül Sezar,
Pompey ve
Crassus cumhuriyeti kontrol altına almak için Birinci Triumvirate olarak bilinen gizli bir üçlü yönetim anlaşması yaptılar. Sezar'ın
Galya'yı fethetmesinden sonra senato ile Sezar'ın arası açıldı ve Sezar ile Pompey'in önderlik ettiği senato güçleri arasında bir iç savaş çıktı. Savaşı Sezar kazandı ve ömür boyu
diktatör ilan edildi.
M.Ö. 44'de Sezar, tüm iktidarı kendi elinde toplamasına karşı olan senatörler tarafından anayasal hükümeti geri getirmek amacıyla öldürüldü. Ancak sonrasında Sezar'ın vârisi olarak gösterdiği
Augustus ile Sezar'ın eski yandaşları
Marcus Antonius ve
Lepidus'tan oluşan ikinci bir üçlü yönetim başa geldi. Ancak bu ittifak çok geçmeden bir iktidar mücadelesine dönüştü. Lepidus sürgüne gönderildi ve Augustus, Marcus Antonius ile
Kleopatra'yı
M.Ö. 30'de
Aktium savaşında yenerek
M.Ö. 34'de Roma'nın tartışmasız hükümdarı oldu.
Tüm düşmanlarını yenen
Augustus cumhuriyetin devlet yapısını görünüşte yerinde bırakarak neredeyse tüm iktidarı elinde topladı. Halefi
Tiberius ciddi bir muhalefetle karşılaşmadan başa geçti ve
68'de
Nero'nun ölümüne kadar devam eden
Julio-Claudian hanedanını kurdu.Artık imparatorluk olan Roma'nın genişlemesi ahlâksız ve yoz bazı imparatorlara (
Caligula tam anlamıyla deliydi ve Nero da gaddarlığı ve devlet işlerinden ziyade kişisel meselelerine zaman ayırmasıyla bilinirdi) rağmen devam etti. Julio-Claudian hanedanını
Flavian hanedanı takip etti. "
Beş İyi İmparator" döneminde (
96-
180) imparatorluk toprak genişliği, ekononomi ve kültür bakımından doruk noktasına ulaştı.
[40] Pax Romana sırasında iç ve dış tehditlerden uzak Roma zenginleşti.
Trajan döneminde
Daçya'nın fethiyle imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştı. Roma toprakları 6,5 milyon km²'lik bir alanı kapsıyordu.
193 ile
235 yılları arasındaki döneme
Severus hanedanı hâkim oldu ve
Elagabalus gibi yetersiz bazı hükümdarlar başa geçti. Buna ilaveten ordunun kimin imparator olacağı konusunda artan etkisi uzun süreli bir emperyal çöküşe ve
Üçüncü Yüzyıl Krizi olarak adlandırılan dış istilalara neden oldu. Kriz
Diocletianus döneminde aşıldı. Diocletianus
293 yılında imparatorluğu iki imparator ve onların yardımcılarından oluşan bir
tetrarşi ile yönetilmek üzere doğu ve batı olarak ikiye ayırdı. Yarım yüzyıldan uzun bir süre birçok ortak yönetici imparatorluğun başına geçmek için mücadele etti.
11 Mayıs 330'da imparator
I. Constantinus Byzantion'u Roma İmparatorluğu'nun başkenti ilan etti ve adını
Konstantinopolis olarak değiştirdi. İmparatorluk
395 yılında
Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans İmparatorluğu) ve
Batı Roma İmparatorluğu olarak ebediyen ikiye bölündü.
Batı İmparatorluğu sürekli olarak
barbar akınlarından muzdaripti ve
imparatorluğun çöküşü aşamalı olarak sürdü.
4. yüzyılda Hunların batıya akını
Vizigotların imparatorluk sınırları içine irtica etmelerine neden oldu.
410 yılında I. Alarik önderliğindeki Vizigotlar Roma şehrini yağmaladılar.
Vandallar Galya, İspanya ve Kuzey Afrika'daki Roma topraklarını istila ettiler ve 455'te Roma'yı yağmaladılar.
4 Eylül 476'da
Germen Odoakr, batının son Roma imparatoru
Romulus Augustus'u tahttan indirdi.Yaklaşık 1200 yılın sonunda Roma'nın
Batı'daki egemenliği sona erdi.
Doğu imparatorluğu ise
Jüstinyen döneminde bir süreliğine de olsa
Kuzey Afrika ve İtalya'yı ele geçirdi. Ancak Jüstinyen'in ölümünden sonra Doğu Roma'nın Batı'da sahip olduğu topraklar İtalya'nın güneyi ve
Sicilya ile sınırlı kaldı. Doğuda
İslâm'ın yükselişi bir tehdit unsuruydu.
Müslümanlar Suriye ve
Mısır'ı ele geçirdiler ve çok geçmeden Konstantinopolis'e doğrudan bir tehdit oluşturmaya başladılar.Ancak Doğu Roma
8. yüzyılda Müslümanların kendi topraklarındaki ilerleyişini durdurmayı başardı ve
9. yüzyıldan itibaren kaybedilen toprakları geri aldı. MS
1000 yılında İmparatorluk, tarihinin en görkemli dönemini yaşamaktaydı. Bu dönemde
II. Basileios Bulgaristan ve
Ermenistan'ı yeniden ele geçirmiş, kültür ve ticaret gelişmişti. Ne var ki, çok geçmeden bu ilerleme
1071'de yapılan
Malazgirt Savaşı ile aniden kesildi. Ardından da imparatorluk çöküşe geçti. İç çekişmeler ve Türk istilaları sonunda imparator
I. Aleksios Komnenos 1095'te Batı'dan yardım istemek zorunda kaldı.Karşılık olarak Batı
Haçlı Seferleri düzenledi.
Dördüncü Haçlı seferi'nde İstanbul yağmalandı ve işgal edildi. İstanbul'un
1204 yılında işgal edilmesinin ardından imparatorluk topraklarında ardıl devletler ortaya çıktı ve içlerinden
İznik'de kurulan devlet galip geldi. Konstantinopolis'in geri alınmasından sonraki dönemde imparatorluk
Ege kıyılarına hapsolmuş bir Yunan devletinden ibaret hale geldi. Doğu imparatorluğu
29 Mayıs 1453'te
Fatih Sultan Mehmet önderliğinde
Osmanlıların Konstantinopolis'i ele geçirmesiyle yıkıldı.
Antik Roma'da yaşam,
yedi tepe üzerine kurulmuş olan
Roma şehri etrafında dönerdi. Şehirde
Kolezyum,
Trajan Forumu ve
Panteon tapınağı gibi birçok anıtsal yapı bulunuyordu. Yüzlerce kilometre uzunluğundaki su yollarından gelen temiz suların aktığı çeşmeler, tiyatrolar ve kütüphaneleri ve dükkânları bulunan hamamlar vardı. Antik Roma'nın kontrolünde olan topraklarda ikamet binaları mütevazı evlerden kırsal kesimde bulunan villalara kadar çeşitlilik gösteriyordu. Başkent Roma'daki
Palatine tepesinde imparatorluk binaları bulunurdu. Alt ve orta sınıflar şehir merkezinde, neredeyse bugünkü modern
gettoları anımsatan apartmanlarda otururlardı.
Roma şehri 1 milyona yaklaşan nüfusuyla döneminin en büyük şehriydi (19. yüzyıl Londra'sı ile aynı nüfus).Roma'daki kamusal alanlarda demir araba tekerleklerinin sesi o kadar gürültü çıkartırdı ki bir keresinde
Jül Sezar geceleri araba kullanımını yasaklamıştı. Tarihsel tahminlere göre antik Roma yönetimi altında yaşayan halkın yüzde 20'si 10.000 ve daha fazla nüfusa sahip şehir merkezlerinde ve askerî karargâhlarda yaşıyordu, ki bu sanayi devrimi öncesi standartlara göre oldukça yüksek bir şehirleşme oranıdır. Bu şehir merkezlerinin çoğunda bir forum, tapınaklar ve Roma'dakilere benzer ama daha ufak yapılar vardı.
Roma, başlangıçta krallar tarafından yönetiliyordu. Krallar sırayla Roma'nın başlıca kabilelerinden seçiliyordu. Kralın gücünün sınırlarının ne olduğu konusunda kesin bir bilgi yoktur. Mutlak iktidar sahibi de,
Senato ve halkın baş yöneticisi de olabilir. En azından askerî konularda kralın otoritesinin mutlak olduğu muhtemeldir. Kral aynı zamanda dinin de başındaki kişiydi. Kralın dışında üç yönetici meclis vardı. Krala danışma kurulu olarak hizmet veren Senato, kralın önerdiği yasaları onaylayıp geçiren Comitia Curiata ve halka duyuru yapmak veya halkın belli olaylara tanıklık etmesi için kullanılan Comitia Calata.
Roma Cumhuriyeti'ndeki sınıf mücadeleleri
demokrasi ve
oligarşinin alışılmadık bir harmanına neden olmuştu. Roma yasaları geleneksel olarak Comitia Tributa'nın oyuyla geçiyordu. Aynı şekilde kamu görevlerine aday olanlar halk tarafından seçiliyordu. Ancak danışma kurulu olarak hizmet veren
Roma Senatosu oligarşik bir yapıydı. Cumhuriyet döneminde senatonun otoritesi çok yüksekti fakat yasama gücü yoktu. Ne var ki, senatörlerin bireysel olarak nüfuzu o kadar fazlaydı ki Senato'nun rızası olmadan herhangi bir şey elde etmek pek kolay değildi. Yeni senatörler
Censura tarafından en başarılı
patriciler arasından seçilirdi. Censura bir senatörü "ahlâksızlık" suçlamasıyla görevden alabilecek yetkiye de sahipti.
Cumhuriyetin sabit bir bürokrasisi yoktu ve vergiler tımar sistemiyle toplanırdı. Devlet mevkileri görevin başındaki kimsenin geliriyle finanse edilirdi. Herhangi bir vatandaşın elinde çok fazla güç toplamasını engellemek için her yıl yeni magistralar seçilirdi ve magistralar çalışma arkadaşlarından biriyle güçlerini paylaşmak zorundaydılar. Örneğin normal şartlarda en yüksek mevkide iki
konsül bulunurdu. Acil durumlarda ise geçici bir
diktatör atanırdı. Cumhuriyet boyunca yönetim sistemi yeni taleplere uyum göstermek amacıyla birkaç defa elden geçmişti. Sonunda sürekli genişleyen Roma saltanatının kontrolü için yetersiz kaldığı görüldü ve
Roma İmparatorluğu kuruldu.
İmparatorluğun erken dönemlerinde cumhuriyetçi devlet yapısı görünüşte korundu. Roma imparatoru yalnızca bir
princeps, ya da "birinci vatandaş" olarak tanımlanıyordu. Senato evvelce halk meclislerinin elinde olan tüm yasama gücünü ve hukukî yetkileri kendisinde toplamıştı. Ancak zamanla imparatorların yönetimi giderek
otokratikleşti ve senato da imparator tarafından tayin edilen bir danışma kurulundan ibaret hale geldi. Cumhuriyetin senatodan başka daimi bir devlet yapısı olmadığından imparatorluğa yerleşmiş bir bürokrasi miras kalmamıştı. İmparator asistanlar ve danışmanlar tayin ederdi fakat devletin merkezî bütçe gibi birçok kurumu eksikti. Bazı tarihçiler bunu imparatorluğun çöküşünde önemli bir sebep olarak göstermişlerdir.
İmparatorluk toprakları eyaletlere ayrılmıştı. Gerek yeni toprakların işgal edilmesinden ötürü, gerekse de güçlü yerel yöneticilerin isyan heveslerini kırmak için eyaletlerin daha küçük parçalara bölünmesinden ötürü eyaletlerin sayısı zaman içinde artmıştır.
Augustus'un iktidara gelmesinden sonra eyaletler valiyi seçen kuruma göre imparatorluk ya da senato eyaletleri olarak ayrıldı. Diocletianus dönemindeki tetrarşi sırasında imparatorluk her birinin başında bir
praetor olan 12 psikoposluk bölgesine ayrıldı. Sivil ve askerî yönetim ayrıldı. Sivil yönetim valiye, askerî kumandanlık ise dux'a verildi.
Yerel düzeyde ise kasabalar eski askerler veya alt sınıf Romalıların yaşadığı colonia ve azat edilmiş köylülerin yaşadığı municipia olarak ikiye yarılmıştı.
Antik Roma'daki hukukî prensipleri ve uygulamalarının kökeni MÖ 449'dan kalma oniki tablet yasalarına ve
530 yılı civarında imparator
Jüstinyen'in yaptığı yasalara dayandırılabilir. Jüstinyen'in kanunnamesiyle muhafaza edilen Roma hukuku
Doğu Roma İmparatorluğu boyunca devam etmiş ve
Kıta Avrupası'nın batısında benzer yasal düzenlemelere temel olmuştur. Roma hukuku daha geniş anlamda
17. yüzyılın sonuna kadar
Avrupa'nın büyük bölümünde uygulanmaya devam etti.
Jüstinyen ve Theodosius yasalarının da içerdiği üzere antik Roma hukukunun başlıca kısımları Ius Civile, Ius Gentium ve Ius Naturale'den oluşuyordu. Ius Civile ("Yurttaş yasası") Roma vatandaşlarının tâbi olduğu medenî kanundu. Praetores Urbani vatandaşların taraf olduğu davalarda yargı yetkisine sahip bireylerdi. Ius Gentium ("Milletler yasası") yabancılara ve onların Roma vatandaşlarıyla olan münasebetlerinde uygulanan medenî kanundu.Praetores Peregrini vatandaşlarla yabancılar arasındaki davalarda yasama yetkisine sahip bireylerdi. Ius Naturale tabii kanunu içine alan ve herkes için geçerli olan kanunlar manzumesiydi.
Antik Roma çok fazla doğal kaynağa ve insan kaynağına sahip fevkalade geniş bir alana hükmediyordu. Roma ekonomisi
tarım ve
ticarete yoğunlaşmıştı. Serbest tarım ticareti İtalya'nın görünümünü değiştirmiş ve
MÖ 1. yüzyılda üzüm ve
zeytin arsaları ithal hububat fiyatlarıyla baş edemeyen küçük çiftçilerin yerini almıştı.
Mısır,
Sicilya,
Tunus ve
Kuzey Afrika'nın alınması devamlı bir hububat akışı sağlamıştı.
Zeytinyağı ve
şarap İtalya'nın başlıca
ihraç ürünleri haline gelmişti. Nöbetleşe ekin uygulanmakla birlikte genel verimlilik düşüktü ve hektar başına 1 ton civarındaydı.
Sanayi ve imalat faaliyetleri daha küçüktü. Bu alandaki en büyük faaliyetler dönemin binalarının inşası için malzeme sağlayan
madencilik ve taşocakçılığı idi. İmalatta üretim daha küçük ölçekteydi ve genelde atölyeler ve en fazla 10 küsur işçi çalıştıran küçük fabrikalardan ibaretti. Ancak bazı
tuğla fabrikalarında yüzlerce işçi çalışırdı.
Peter Temin gibi bazı iktisat tarihçileri Roma İmparatorluğu'nun ilk dönemlerindeki ekonomisinin bir pazar ekonomisi ve verimlilik, şehirleşme ve sermaye pazarlarının gelişimi bakımından o güne kadarki en gelişmiş tarım ekonomisi olduğunu savunurlar. O kadar ki
sanayi devrimi öncesi ekonomilerle,
18. yüzyıl İngiltere ekonomisi ve
17. yüzyıl Hollanda ekonomisi ile mukayese edilebilir. Her tür ürünün pazarı vardı. Toprak, kargo gemileri ve hatta sigorta pazarı da vardı.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ekonomi küçük arazilere ve ücretli iş gücüne dayalıydı. Ancak yapılan fetihlerle köleler giderek çoğaldı ve ucuzladı. Cumhuriyetin son dönemlerinde ekonomi büyük ölçüde gerek vasıflı gerekse vasıfsız işler için kullanılan köle gücüne dayanıyordu. Bu dönemde kölelerin
Roma Cumhuriyeti nüfusunun yüzde 20'sini, Roma şehrinin ise yüzde 40'ını oluşturduğu tahmin edilmektedir. İmparatorluk döneminde fetihlerin sona ermesinin ardından köle fiyatları ancak arttı ve maaşlı iş gücü köle tutmaktan daha ekonomik hale geldi.
Antik Roma'da takas sistemi, genellikle vergi toplanmasında uygulandıysa da Roma'nın oldukça gelişmiş bir madeni para sistemi vardı.
Pirinç,
bronz ve değerli madenlerden yapılan madeni paralar imparatorluk içinde ve dışında kullanılmaktaydı.
Hindistan'da bile Roma paraları bulunmuştur.
MÖ 3. yüzyıldan evvel orta İtalya'da
bakır ağırlığına göre değiş tokuş edilirdi. Orijinal bakır madeni paraların (
as) bir
pound bakır değeri vardı ama aslında ağırlığı daha azdı. Böylece Roma parasının değeri giderek aslî değerinin üstüne çıktı.
Nero'nun gümüş
denarius'un değerini düşürmeye başlamasından sonra değeri aslî değerinin üçte biri oranında arttı.
Pazarlardan ziyade askerî karakolları birbirine bağlamak için inşa edilen Roma yollarının tekerlekli araçlara göre tasarlandığı pek söylenemez. Atlar çok pahalı, yük hayvanları da çok yavaştı. Bu yüzden
MÖ 2. yüzyılda Roma deniz ticaretinin yükselişine kadar Roma toprakları içinde emtia nakli oldukça azdı. Bu dönemde bir geminin
Cádiz'den yola çıkıp Ostia üzerinden tüm
Akdeniz'i katederek
İskenderiye'ye varması bir aydan az sürüyordu.
[43] Denizden yapılan nakliyat karadakinden 60 kez daha ucuzdu.
tarım ve ticaret çok para kazandırır
Roma toplumu son derece hiyerarşik bir yapıya sahipti. Toplumun en alt kesiminde
köleler (servi), onların üstünde azledilmişler (liberti) ve en üstte de özgür doğmuş vatandaşlar (cives) vardı. Özgür vatandaşlar da kendi aralarında sınıflara ayrılmıştı. En net ve eski ayrım
şecerelerini şehrin 100 kurucu atasına dayandırabilen
patriciler ve bunu yapamayan
plebler arasındaydı. Siyasi, adli, iktisadi ve dini sahada imtiyazlı olan patriciler, devletin yüksek memuriyetlerine ve rahipliklere seçilebiliyor; yazılı olmayan örf ve adete göre iş gören toprakların bir kısmını işliyor, Roma mahkemelerinde yargıçlık vazifesini yine yalnız onlar görüyordu. Devlet kullanmadığı toprakları vatandaşlarına ufak bir ücret karşılığında satıyordu ki, bundan asıl faydalananlar yine particiler oluyordu. Böylece elinde gayet az bir toprağı olan pleb bir vatandaş askere giderken, (silah,elbise)gerekli bütün masrafları kendisi karşılamak zorunda olduğu için, durumu büsbütün bozuluyor ve bunu düzeltmek için, durumu iyi olanlardan aldığı borcunu vaktinde ödeyemediği zaman, köle oluyordu. Cumhuriyetin sonraki dönemlerinde bazı pleb sınıfına mensup ailelerin zenginleşerek politikaya girmeleri ve bazı patricilerin darboğaza düşmeleriyle bu ayrım daha önemsiz hale geldi. Patrici olsun, pleb olsun sülalesinde bir
konsül bulunan herkes asil (nobilis) sayılırdı.
Marius ve
Cicero gibi geldiği ailenin çıkardığı ilk konsül olan kişiler novus homo (yeni adam) olarak bilinirdi ve torunlarına asil sıfatı kazandırırdı. Yine de patrici kökenli olmanın hatırı sayılır bir itibarı vardı ve dinî görevlerin çoğu yalnızca patricilere açıktı.
Kökeninde askeri hizmete dayalı bir sınıf ayrımı daha önemli hale geldi. Bu sınıfların mensupları belirli aralıklarla Yargıçlar tarafından mülklerine göre belirlenirdi. En zengin olanlar siyasete hükmeden ve orduya kumandanlık eden Senato mensubu sınıftı. Ardından başlangıçta gücü savaş atı edinmeye yeten ve bir tüccar sınıfı oluşturan equestrianlar (atlı sınıfı ya da şövalyeler) gelirdi. Ardından edinebildikleri askerî teçhizatlara göre bir dizi sınıf gelirdi. En altta ise hiçbir mülkü olmayan vatandaşlardan oluşan proletarii vardı. Marius'un reformlarından önce orduda görev alma hakları yoktu ve zenginlik ve itibar bakımından azledilmişlerin bir basamak üstündeydiler.
Cumhuriyet döneminde oy verme yetkisi de sınıflara göre değişiyordu. Vatandaşlar seçmen "kabilelerine" kayıtlıydılar. Zengin sınıfların kabileleri yoksul sınıflara oranla daha az üyeye sahipti. Proletarii'nin tamamı tek bir kabileye kayıtlıydı. Oy verme işlemi sınıf sırasıyla yapılırdı ve kabileler çoğunluğu elde eder etmez tamamlanırdı, dolayısıyla yoksul sınıflar çoğu zaman oy bile kullanamazlardı.
Müttefik yabancı şehirlere genellikle Latin Hakkı verilirdi. Bu vatandaşlarla yabancılar (peregrini) arasında bir statüydü. Bu hakla söz konusu şehrin önde gelen magistraları Roma vatandaşı olabiliyordu. Latin haklarının farklı seviyeleri vardı ancak esas ayrım con suffrage ("oy veren"; bir Roma kabilesine kayıtlı ve comitia tributa'da yeralabilen) ile sans suffrage ("oy veremeyen"; Roma siyasetinde yer alamayan) arasındaydı. Roma'nın
İtalya'daki müttefiklerinden bazılarına
MÖ 91-
88 arasında yaşanan
Sosyal Savaş'tan sonra tam vatandaşlık verilmişti.
212 yılında ise tam
Roma vatandaşlığı Caracalla tarafından imparatorluktaki tüm özgür doğmuş kişilere verilmiştir. Kadınların bazı temel hakları vardı ancak tam vatandaş sayılmıyorlardı, dolayısıyla oy vermeleri ya da siyasette yer almaları söz konusu değildi.
Roma toplumunun temel birimleri ev halkı ve
ailelerdi.Ev halkı evin reisi paterfamilias (ailenin babası), karısı, çocukları ve diğer akrabalardan oluşuyordu. Üst sınıflarda köleler ve hizmetkârlar da ev halkının bir parçasıydı. Evin reisinin kalan ev halkı üzerindeki gücü (patria potestas, "babanın gücü") çok fazlaydı. Aile üyelerini evlenmeye ya da boşanmaya zorlayabilir, çocuklarını köle olarak satabilir, ailesindekilerin mallarına el koyabilir ve hatta aile üyelerini öldürebilirdi (ancak bu sonuncusunun
MÖ 1. yüzyıldan sonra kalktığı anlaşılmaktadır).
Patria potestas yetişkin erkek evlatların üzerinde bile geçerliydi. Bir erkek babası hayatta olduğu sürece paterfamilias olamadığı gibi gerçek anlamda mülk sahibi de olamıyordu.Roma tarihinin erken dönemlerinde bir kız evlat evlendiğinde kocasının ailesinin paterfamilias'ının kontrolüne (manus) geçerdi. Ancak cumhuriyetin son dönemlerinde kadınların kendi babalarının ailesini gerçek ailesi olarak seçebilmeleriyle bu durum değişmiştir. Ne var ki Romalılar
şecereyi erkeğin soyuna göre tuttuklarından kadının doğurduğu çocuklar kocasının ailesine ait oluyordu.
Birbirine akraba ev halkları bir aile (gens) oluştururlardı. Aileler kan bağı (veya evlatlık) üzerine dayalıydı ancak aynı zamanda siyasi ve ekonomik ittifaklardı. Özellikle
Roma Cumhuriyeti döneminde bazı güçlü aileler, ya da Gentes Maiores siyasi yaşama hâkim olmuşlardır.
Antik Roma'da evlilik özellikle üst sınıflarda romantik bir ilişkiden ziyade çoğunlukla malî ve siyasi bir ittifak olarak görülürdü. Babalar genellikle kızları on iki, on dört yaşlarına geldiklerinde koca arayışına girerlerdi. Koca neredeyse istisnasız olarak gelinden daha yaşlı olurdu. Üst sınıfa mensup kızlar çok genç yaşta evlenirken daha alt sınıftan kızların onlu yaşlarının sonlarında veya yirmili yaşlarının başlarında evlendiklerine dair kanıtlar vardır.
Cumhuriyetin erken dönemlerinde okul olmadığından erkek çocukları okuma yazmayı ya ebeveynlerinden ya da genellikle Yunan kökenli olan paedagogi adı verilen eğitimli kölelerden öğreniyorlardı. Bu dönemde eğitimin başlıca amacı delikanlıları
tarım,
savaş, Roma gelenekleri ve kamu işleri konusunda eğitmekti. Genç erkekler şehir hayatını babalarına dinî ve siyasi görevlerinde eşlik ederek öğrenirlerdi. Asillerin oğulları Senato'da da babalarına eşlik ederlerdi. Asillerin oğulları 16 yaşına geldiklerinde önde gelen bir siyasi şahsiyetin yanına stajyer olarak verilir ve 17 yaşına geldiklerinde orduyla sefere gönderilirlerdi (bu sistem imparatorluk döneminde de bazı asil aileler arasında geçerliydi).Eğitim faaliyetleri MÖ 3. yüzyılda Helen krallıklarının fethedilmesi ve sonrasındaki Yunan etkisiyle ıslah edilmişti ancak yine de Roma eğitimi hâlen Yunan eğitiminden oldukça farklıydı. Ebeveynlerin imkânları elveriyorsa erkek çocukları ve bazı kız çocukları 7 yaşında lüdus adı verilen özel okula gönderilirdi. Burada 11 yaşına kadar litterator veya magister adı verilen ve genellikle Yunan kökenli olan bir öğretmenden temel okuma yazma,
aritmetik ve bazen de
Yunanca öğrenirlerdi.12 yaşından itibaren öğrenciler ortaokula devam ederlerdi. Burada grammaticus adı verilen öğretmenden Yunan ve Roma edebiyatını öğrenirlerdi.16 yaşında bazı öğrenciler belagat okuluna giderlerdi. Buradaki hocalar da neredeyse istisnasız Yunandı ve kendilerine rhetor denirdi.Bu okullar öğrencileri hukuk kariyerine hazırlıyordu ve öğrenciler Roma yasalarını ezberlemek zorundaydı. Dinî günler ve pazar günleri dışında öğrenciler her gün okula giderdi. Yaz tatilleri vardı.